Akis...

Akis...
Fotoğraf: Vildan ŞİMŞEK

31 Aralık 2015 Perşembe

Perdeyi aralayıp; sokak lambalarının ışığından kar yağışını saatlerce seyreden küçük kız o zamanlar güzel zamanlarmış. Şimdi yine pencere kenarında oturup kar tanelerini izliyorsun, diye fısıldadım, kendime. Bir kez daha anladım ki; zaman bize hissettirmemek için adeta parmak uçlarına basarak yürüyüp gidiyor. Geriye ise bir tek an kalıyor. Bir yıl daha böylece geçip gitti...  Biliyorum ki, bu dünyada herkes gibi ben de misafirim. Şu an yaşadığım bu güzel halde 'huzurda' dahi misafirim...

 An bu andır. Ben, şu an yağan karın tadını çıkarmak istiyorum. Beyaza bürünmüş toprak adeta karı içine çektikçe arınıyor. Keşke bütün dünya böyle arınabilse...


Kar bir şiir. Her bir kar tanesi ise bu şiirin mısraları... Bu şiir gökyüzünün kalbinden iner, yeryüzüne yazılır.

Vildan Şimşek

10 Kasım 2015 Salı

KALEMİN KÂĞIT İLE VUSLATI

Bazen yazmak istediğimiz cümleler mürekkebe değil, içimize akar. Çünkü kalemin kâğıt ile vuslata ereceği anın bile bir vakti var. Cahit Zarifoğlu, “Haydi, bir şeyler yazayım diye kaleme sarılmayın. Beklemeyi bilin. Susayınca, acıkınca nasıl anlıyorsak, yazmak anını da anlarız.” der. Çoğumuz, bu vakti beklemeyi sevmiyoruz. Sabırsızız. Oysa kalp, sabır ağacının gölgesinde genişler. Bu vakti beklemeyi bilsek, bu ağaç nice sayfalar açar kalbimizde. Kalem eğilir, bu sayfaların üstünde. Biz kaleme dokunmadan önce, o gelir tutar elimizi…
Elleri kalemi tutarken, kalemin kalplerinden tuttuğu insanlar ilhamın emanetçisidir. Yazdırılırsa yazar, yazdırılmazsa sükût ederler. Kalemin kâğıtla vuslat anı, onların kalbine ilham edilir.  Onlar, kalemi tutan ellerini, kendi elleri bilmezler. Kalplerine ilham edilen kelimeleri sahiplenmezler. Onlar, sadece bir aracıdır. Kâtiptir…
Kâğıt söyler, kalem yazar. Kâğıt ne söylerse, kalem onu yazar… Aynı mürekkebi paylaşır kalem, kâğıt ve kâtip. Ama yazılanı taşıyan, emaneti sırtlanan kâğıttır. Kâğıdın yükü çok ağırdır. Aynı mürekkebi paylaşır kalem, kâğıt ve kâtip. Bu mürekkeple yazılanlar üçü arasında gizli bir sırdır… Sırların sahibi sırrı dilediğine verir. Kelimelerin de bir tesettürü vardır. İnsanoğlunun en büyük sınavlarından biri dilini örtmektir. Kâtip, sırrını aşikâr kılmak için hep kalemin kâğıt ile vuslata ereceği o anı bekler. Kâtibin imtihanı çok ağırdır.
Kelimeler kumdan kalelerdir. Sükûtsa bir deniz. Deniz dalgalanıp coşunca, kumdan kaleler yıkılır. Anlam kapısı, kelimeler sustuğu zaman açılır. Kâtibin, bu kapının önünde sabahladığı nice geceler vardır. İlhamın, kâtibi eliyle beslediği nice gündüzler vardır…
Dünyada yankısı duyulmadan tanınan her şey,  ezel tadı verir. Ezele ve ebediyete uzanan her güzellik biraz sırlıdır. Ve hakiki güzellikler ayrıntılarda gizlidir,  kalemin yazmaya takat edemediği sırlar gibi. Kâtibin, kaleminde sükût eden harfler gibi. Gönül ateşinde demlenen heceler gibi… Ancak böyle kelimeler, ezeli ve ebedi bir cümlenin çatısı altında birleşebilir.
Kelimeler kalbe emanettir. Kelimeler, aşka gelip kalp havuzunu taşırınca, kalp yorgun düşer. Kalp yorgun düşüp; artık emanetini taşıyamayınca, kelimeleri kâğıda emanet eder. O zaman, usulca kâğıda eğilir kalem. Kalem kâğıda eğilince, dil kalbe tercüman olur. Kalem, kâğıt ile vuslata erer. Nokta, sevinçten ağlar. Sırrını aşikâr eder, kalem…
Uzun ve yorucu cümleler kurarken insanlar
Noktanın bir köşede ağladığını gördüm
Denizin kulağını ağrıtan o sesi ararken
Noktayı insanların sustuklarını dinlerken gördüm

Kalbime geldi konuşan ömrüm
Aklıma geldi sükût eden ölüm
Ve akıp giden zaman parmak aralarından…
Yazan: Vildan Şimşek

20 Ekim 2015 Salı

SAFLARI SIKILAŞTIRALIM



İnsanın kalbinin içinde, vatanı için atan bir kalp daha var. Kalbimiz her bir terör saldırısında çoğumuzda aynı yerden acıdı. Çoğumuzun kalbi, her bir şehit haberinde aynı anda attı… Çoğumuz diyorum, çünkü bir kez daha anladık ki; kalplerimizi kanatmak isteyen ama kalplerimizin aynı anda acımasını ve atmasını dahi istemeyen bir azınlık var.  Kalplerimizin atış sesleri, o kadar gür duyulmuş olacak ki tüm dünyada, iç ve dış düşmanlar türlü oyunlarla bu sesi susturmak için,  sürekli çaba sarf ediyorlar. Bu yüzden, birliğin ve bir olmanın sesi daha da yükselmeli şimdi semalarda.  İnanıyorum, bu sesin yükselişi bozacak, ülkemiz üzerinde oynanan bütün bu oyunları.  Bu sesin yükselişi kıracak, bütün düşmanların ülkemize uzanan kollarını ve kanatlarını… 

                   Biz, yüzyıllardır aynı topraklarda birlikte yaşadık. Aynı dala, hep birlikte tutunduk. Şimdi iç ve dış düşmanlar, bu dalı koparmak için, bize zarar vermek istiyorlar. Belki, bilirsiniz. Bektaşi üzümü, dünyada sadece Ayder yaylasında yetişen bir üzümdür. Birbirinden farklı renkteki birçok üzüm, aynı dala hep birlikte tutunur. Tıpkı bizler gibi… Şimdi, o dalı kopartmak isteyenlere, bu dala ve birbirimize her zamankinden daha da kuvvetli tutunarak karşılık verelim.  Mehmet Akif Ersoy’un söylediği gibi, bir millete tefrika girmeden, düşman giremeyeceğini bilelim. Peygamber Efendimizin, veda hutbesinde her türlü ırkçılığı yasakladığını hatırlayalım… Bilmek yetmez, bu bilgiyi "akleden bir kalple" yaşayalım. Öyle bir yaşayalım ki, bu dalı kopartmak isteyenlerin kadrajına,  birliğin ve bir olmanın fotoğrafından başka bir şey yansımasın…

             Hepimiz, aynı çeşmenin suyunu içmeye talibiz. Ama insanlar, acılara kardeş olmamız gereken, birlik olmamız, bir olmamız gereken bir zamanda, damlacıklarla kavga ediyorlar. Bu kavgayı izleyerek, kim ya da kimler mutlu oluyor?  İşte bu sorunun cevabında gizli, teröre karşı, neden omuz omuza vermemiz, tek vücut olmamız ve tek ses haykırmamız gerektiği…  Artık, kalplerin bu çeşmenin suyunda yıkanma vakti geldi. Çünkü, bu soruyu en iyi, arınmış kalpler ve gönül gözüyle görenler cevaplayabilir. Bu kavgalar,  bizi susuz bırakır ve su en iyi susuzluğun lisanı ile okunabilir. Artık, bütün damlaların aynı suya karışma, “su olma” vakti geldi…

                Dualar, kalpten kalbe hızla yol alır. Birbirine kalben dua eden insanlar arasında, görünmez ama kuvvetli bir bağ oluşur. Paylaşmak,  toplumu birliğe götüren özel bir yoldur. En güzel paylaşımsa, aynı dua zincirinde küçük ya da büyük bir halka olabilmektir. Cemil Meriç, “irfan düşüncenin bütün kutuplarını kucaklayan bir kelimedir”,  der. Vatanımızın bütünlüğü ve birbirimiz için dua etmek, irfan sofrasında buluşmak, birliğimizi daha da güçlendirecek ve bu paylaşımlarla çoğalacağız.

Zor günlerden geçiyoruz. Ülkemizin büyümesini ve güçlenmesini istemeyen düşmanlarımız çok…  Ama, düşmanlarımız çok olsa bile, biz aynı resmin çerçevesi oldukça, hangi düşman bu çerçeveden içeri girmeye cesaret edebilir ki? Şu an akl-ı selim davranmalı ve toplumun giymesi gereken sabır hırkasına küçük ya da büyük bir ilmek de biz atmalıyız. Dikenler kanatıyorsa ellerimizi, güle dokunmamız çok yakın, demektir. Sabır, gül gibi kokar. Bu kokuyu duyanlar bilir.

Aydınlık, en iyi karanlığın lisanı ile okunabilir. Bu karanlık günler, gelecek aydınlık günlerin habercisidir. Şafak söküyor. Safları sıkılaştıralım…

“ Bizi sen sevgisiz, susuz, havasız;
   Ve vatansız bırakma Allah’ım!
  Müslümanlıkla yoğrulan yurdu,
  Müslümansız bırakma Allah’ım!
  Arif Nihat ASYA



18 Ekim 2015 Pazar

Huzur kıyısız ve derindir. Yolda kalanlar, başladığı yere geri dönenler, yeniden yola çıkanlar var. Vardım zannedip, hiç gidemeyenler var... Ey kalbim, ulaşmak nasip olur mu kıyısız denizlere?
Yazan, fotoğraf: Vildan Şimşek




Ölümü düşününce acılar hafifler, sevinçler küçülür, kaygılar azalır... Varlık, yokluk suyunda erir. Sular durulur. Ve 'An bu andır' sırrının kapısı açılır. İyi ki ölüm var!
Vildan Şimşek
"Bazen içimiz, cam kırıkları gibidir. Çünkü, en sevdiklerimizle sınanmışızdır. Üzülmeyelim. Bu acı, bize kum tanesinin hakikatini öğretecek..."

Vildan Şimşek
"Nefis perdesini kaldırınca, vuslat penceresi açılır. Hakikat aşıkları, bu pencereden bakarlar."

Vildan Şimşek
Kendimizi hep uzaklarda arıyoruz. Bizi, bizden alan ne ise biz o'yuz.

Vildan Şimşek

5 Ekim 2015 Pazartesi

HAYAT GEMİSİ


Her hayat gemisi, dünya denizinin dalgaları ile savaşır. Bu dalgalar, tevekkülün rengiyle boyanmadıkça içimizdeki sular asla durulmaz. İçimdeki suların durulmadığı bir anda, sahilde kumdan kaleler yaparak oyalanırken, kendimi denizde hızla yol alan bir gemide buldum…

Uzun yolculuklardan sonra anladım ki; huzur kıyısız ve derinmiş. Tevekkül kayığına binip, kürekleri çekenler ulaşırmış, kıyısız denizlere. İnsan kıyısız denizlere talipse, sabretmeliymiş fırtınaya, dalgalara, sudaki çakıl taşlarına ve zamana… Bana bunları, mana denizinden yükselen dalga sesleri fısıldadı. Bana bunları, içimdeki suların durulmadığı o anlar öğretti…  Yaşayarak edinilmiş bilgiler kalbe işlenir. İyi ki; içimdeki suların durulmadığı anlar olmuş. İyi ki o gemiye ben de binmişim…

Yolda kalanlar, başladığı yere geri dönenler, yeniden yola çıkanlar var. Vardım zannedip, hiç gidemeyenler var… Ey kalbim, ulaşmak nasip olur mu kıyısız denizlere?


GEMİDEYİM (2005)
Gemideyim
Karanlık bastırıyor gitgide karanlık sulara
Gece yıldızdan yoksun
Gökyüzü bir zamanlar servet sahibi olmanın
Haklı gururuyla baksa da aşağıya
Haksız bir kibirle karşılıyor onu yeryüzü
Gemi ışıktan yoksun
Elimde bir mum
Gemiye tutuyorum
Geminin güvertesi ve yüzümün gölgesi aynı anda yol alıyor
Gemi insandan yoksun
Gemideyim
Bir hayal olsa gerek
Yönünü kaybetmiş bir gemide
Yönünü bulmaya çalışmak
İnsanlarsa hayalden yoksun
Elimde bir mum
Mum bitmemesi gerektiğini anlamış ki
Son nefesini vermemek için yutkunmamayı öğreniyor
Oysa nesneler ölümden yoksun


Gemideyim
Karanlık bastırıyor gitgide karanlık sulara
Gemiye karanlığı öğretiyorum
İçinde büyümek gerekli karanlığın onu öğrenmek için
Oysa gemi bundan yoksun
Yalnızlık bastırıyor gitgide zaten yalnız olanlara
Gemiye yalnızlığı öğretiyorum
İçinde büyümek gerekli yalnızlığın
Onu öğrenmek için
Oysa gemi bundan yoksun...





22 Eylül 2015 Salı

BUGÜN GÜNDEMİNİZDE KALBİNİZ VAR MIYDI?

Hepimiz, dünya hayatının sularına o kadar kapılmışız ki, kalp dünyamıza yolculuk edemiyoruz. Bu hafta birlikte zaman tünelinden geçip; kalp dünyamıza yolculuk edelim istiyorum. Kalp demişken, bugün gündeminizde kalbiniz var mıydı? 

                   - Rabbi için dillenen bir kalp, derin bir sükûtta dinlenir. 29.04.2015.
                   - Kalbe dünya yerleşirse, kalp tozlanır. Kalbe,Allah aşkı düşerse, kalp tozdan arınır. 03.04.2015. 
                    - Dünya sevgisinden uzaklaştıkça kalbimiz, mana ağacının meyvesine yaklaşacak ellerimiz… 03.03.2015. 
                 - Göz bakar, kalp görür. Zaman bakmak ve görmek arasındaki bu ince çizgide yürür. 31.12.2014.
                   - Rızık denilince, insanlar çoğu zaman 'maddi rızık' olarak anlıyorlar. Dualarımızda ruhun ve kalbin gıdasıolan, 'manevi rızık' da istiyor muyuz? 17.12.2014.
Gözyaşı ve tebessüm; kalp yolunda birlikte yürüyen iki dost gibidir. 01.12.2015. 
                   - Lisan-ı hal ile konuşan bir gece... Geceyi can kulağı ile dinleyen bir deniz... Denize kalp gözü ile bakan bir gök... 16.10.2015. 
                   - İnsan yüreğinin içindedir, diyor ya şair; sükût edip kendime eğildim. 25.06.2015. 
Dünya bahçesinin bekçisiysek; kalp dünyasının bahçıvanıyız. Gönül toprağına sevgiyle ektiğimiz tohumlar, bir gün çiçek açacak. 12.10.2014. 
- Kelimeler kalbe emanettir. Kalem kâğıda eğilince dil kalbe tercüman olur. 20.09.2014. 
Allah dostları, kalp şehirlerinin askerleridir. 04.09.2014.
                   - Akıl kapısının açılması da kapanması da kolaydır. Kalp kapısının ise, açılması da kapanması da zordur. Mühim olan kalp kapısından girebilmektir. 29.08.2014. 
                  Kalp denizinde, derinlere dalabilen ne kadar az.Çoğu insan kıyıya yakın yerlerde yüzüyor. Bazıları ise bu denizi sadece uzaktan seyrediyor. 30.07.2014.
Güzeli güzel kılan güzel görendir. Güzel bakan ve güzel gören göz kalbin aynasıdır. 24.07.2014. 
                  - Hüznün kıymetini bilen, onu tebessüm ile setredebilen bir kalp ne kadar da asildir. 29.06.2015. 
- Kâğıda ve kitaba dokunurken; hayata, insana ve bir kalbe dokunmayı da hatırlatan duyarlı insanlara teşekkürler…21.05.2014. 
- Bulutlar gökyüzünün; sırlarsa kalbin libasıdır. 25.04.2014.
Kelam kalpten gelirse kalem dile gelir. 05.04.2014. 
Allah aşkı ile yanan bir kalbe, su koşarak gelir. Ama o susuzluğu tercih eder. Aşık bilir ki; bu yangın ancak gözyaşı yağmuru ile söner. 21.03.2014. 
Ah siyah örtülü turkuaz günler. n değilmiş ki başka günler. Gül, Maksut, Kalp… Toprak, son ve ilk... 18.03.2014
                    - Uçsuz bucaksız yaşamaktayım. Yüreğim, ne bir başlangıç verebilirim sana, ne de bir son… 18.03.2014. 
                   - Sükût çeşmesi, sırlar kalp havuzuna damlamaya başladığında açılır. 15.08.2013. 
Kalbe ve ruha hitap etmeyen bir nefis medeniyeti yavaş yavaş hücrelerime işleniyor. 30.06.2013. 
Duanın dallarına sımsıkı tutunup bekleyenler bilir. Kalpsabır ağacının gölgesinde genişler. 16.06.2013.       
Kalp maddeden uzaklaştıkça, mana şeffaflaşır. 10.06.2013. 
İyi ki kalpten kalbe hızla yol alan dualar var. 05.02.2013. 
- En güzel şehir, kalp değil midir? 07.01.2013.

Yazan: Vildan Şimşek 

13 Eylül 2015 Pazar

UYAN EY DÜNYA…

Geçen hafta, cansız bedeni Bodrum’da karaya vuran,  üç yaşındaki küçücük bir çocuğun fotoğrafı ile göz göze geldik. Bütün dünya insanlarının, bildiği bir dilden konuştu bu fotoğraf.  Hal diliyle konuşan her şey, bizi kendi ruhunun iklimine götürür. Bu göz göze gelme anında, kalbimizden giden yollar, bizi bizden alıp o sahile götürdü… Hepimiz, aynı sahildeydik. Aynı manzaraya baktık. Ama, hepimizin orada gördüğü ve düşündüğü şeyler birbirinden farklıydı. Ben, o sahilde uzanmış minik bedende, dünyanın dört bir yanında acı çeken masum çocukların çırpınışlarını gördüm. O sahilde, dünyanın dört bir yanında acı çeken çocukların çığlık seslerini duydum… Göz görmeyince gönül katlanır derler. Peki, gözün bu gördüğüne nasıl katlansın gönül?

Kelimeler kumdan kalelerdir. Sükûtsa bir deniz… Deniz dalgalanıp coşunca kumdan kaleler yıkılır. Ve kelimeler su gibi akıp, içimizdeki denize dökülür. Deniz taşıyamayınca bu kadar büyük bir acıyı, dalgalanıp coştu. Deniz taşıyamayıp, kıyıya vurunca bu küçücük bedeni,  bütün bildiğimiz kelimelerimiz, denize karışıp kayboldu… Bir insan kalbinin bu kadar çok acıyı taşıyabildiğini görmek,  Allah’ın kudretini görmekti. Bir insan kalbinin bu kadar çok acıyı taşıyabildiğini görmek, hepimiz için büyük bir tecrübeydi…

  Bu fotoğraf karesi, bana Necip Fazıl Kısakürek’in: "Sanırım, insanların her suçunda ben varım; günah uzun bir kervan, tâ ucunda ben varım!" sözünü hatırlattı. Kabul edelim, bu hepimizin günahı ve hepimiz bu uzun kervanın bir yolcusuyuz… Bir masumun gözlerindeki ummanda kaybolup gidiyoruz…

                         Yüreğim kanadı, yüreğimiz kanadı. Sanki her şey o an, “burası dünya cennet değil, unutmayın” diye haykırdı.  Kanla yazılmış, bu kadar büyük bir “ah” varken; dünya yine “vah” deyip susmamalı…  Bu bir hakikat… Masal değil, film de değil… Uyan, ne olur uyan ey dünya! Hepimize, farklı bir uyanış penceresinden seslenirken bu fotoğraf, artık bu sesi yüreğimizle dinleme vaktidir. Artık, derin uykulardan uyanma vaktidir.  Uyan, ne olur uyan ey dünya!

                         Dünyanın dört bir yanında, acı çeken masum çocuklar… Rüzgâr karşısında savunmasız gelincik çiçeklerine benziyor hepsi. Narin, ama güçlü...  Tıpkı bu küçücük çocuk gibi.  Sanki biraz daha baksam bu fotoğrafa, dünyanın kalbi safiyet kazanacak. Biraz daha baksam bu fotoğrafa, dünyanın kalbi acı çeken bütün masum çocuklar için atacak… Artık, inanmak istiyorum…

Acılar Ülkesi (Savaşın Çocukları İçin…)
O acılar ülkesinde doğdu
Ateş yakarak gördüler yüzünü
Ateşe bakarak  gördüler yüzünü
Yüzünün gölgesi aleve
Alevin gölgesi yüzüne
Çarptığı an…

Ateş söndü göremediler yüzünü
Ateş söndü duyamadılar sözünü

Yine yaktılar, yine söndü
Yine yaktılar, yine söndü
Kapattı gözlerini
Açtı gözlerini
Ateş gözlerini yaktı
Gözyaşı aleve aktı
Yüzünün gölgesi aleve
Alevin gölgesi yüzüne
Çarptığı an...

Ateş söndü kaybetti yüzünü
Ateş söndü kaybetti günlüğünü

O acılar ülkesinde söndü...

Yazan: Vildan Şimşek 
Gerçek Hayat Dergisinde Yayınlanmıştır. 



ŞEHİR VE EYLÜL



Şehrin ruh hali, en iyi sonbaharın gözlerinden okunur. Eylül, bu halin en iyi anlatıcılarından biridir. Yüzyıllardır, kaç mevsim gelip geçmiştir de bu şehirden hiçbiri sonbahar kadar onu anlamamıştır. Çünkü, benzer acıları yaşayanlar arasında görünmez ama kuvvetli bir bağ vardır. Bu bağ, bir mevsim ve bir şehir arasında öylece durur da onları birbirine tanınır kılmaz mı? Acılarla yanan şehir, bir yağmur bulutunun gölgesinde değil de nerede biraz olsun dinlenerek serinleyebilir? O hazan mevsiminden başka hangi mevsimin renkleriyle örtünerek bu halini perdeleyebilir? Sustuklarını kime nasıl dinletebilir? Biz insanlar, sonbahar ile kalpten kalbe konuşan şehrin bu mevsimde hep sükût ettiği zannına kapılırız. Şehirse anlaşılmayı beklemeden usulca fısıldar, sonbahar nazarında bize hitaben kurduğu ilk ve son cümleyi: Bu bilgi değil bir haldir ve hali ancak yaşayan bilir. Eylül, sonbaharın kalbi hoş geldin…

Bilmiyorum duydunuz mu? Şehir yaz boyunca, her gün yılların birikimiyle soluk almadan uzun uzun konuştu. Her gün, önceki günden farklı bir şeyler söyledi, hiç tekrara düşmedi. Herkesin bildiği bir dille dillenmesine rağmen; yeterince anlaşılamadığı düşüncesiyle, onun hayal kırıklığına uğradığı zannına kapılabilirsiniz. Ancak, ne kadar konuşursa konuşsun, anlattıklarının herkesin anlayabileceği kadar olduğu gerçeğini, o asırlar öncesinden biliyordu. Yazın yerin sonbahara bırakmasıyla, şehir kendini sükûtun sularına attı. O, hep vuslatın kıyısında eylülün yolunu gözledi… Şehir biliyordu ki, sonbahara giden yol eylülden geçiyordu. Eylül, sonbaharın gözbebeği hoş geldin…

Ben, mevzubahis diğer mevsimlerken bile, sonbaharı ve onun şehir ile olan muhabbetini anmadan geçemeyen bir sonbahar çocuğuyum. Bu halimden sıyrılmak için, küçük bir kız çocuğunu ayları sayarken uzaktan seyrettim. Onun parmak uçlarındaki heyecanının, şehrin hüznü ile kesiştiği yerde, eylüle rastladım. Anladım ki; benim için sonbaharın adı eylül, eylülün adı ise sonbahar… Eylül, ayların nazenini hoş geldin…

Benim şehrim, ezelden yazılmış bir şiirin kafiyesine eştir ve ancak bir sonbahar vakti şairinin mısralarında kafiye tutturabilir. Mısralar, tıpkı sular gibi toprağından uzak kaldığı müddetçe başka mecralara eksiklik akıtmaya mahkûmdur. Bu akıntıda ıslanan her mürekkepse, kalemine duyduğu hasretle kurur. Bu yüzden, şehir ancak şairine vuslatla tamamlanabilir. Bilirsiniz, şehrin de biz insanların da bir kaderi vardır. Ve kader bir şiirse, hepimizin şiiri ancak tek ve gerçek sevgiliye vuslat ile okunabilir. Eylül, sonbaharın kalbi hoş geldin… Sonbahar, hoş geldin…

Gerçek Hayat Dergisinde yayınlanmıştır. 


5 Eylül 2015 Cumartesi

Bir çekebilseydik dünya perdesini, kalbimize nasıl da doğardı güneş... Bir kaldırabilseydik dünya perdesini, güneşle dost olurduk... 

Vildan Şimşek 

11 Ağustos 2015 Salı

Yağmurlu Günler Defterimden…


                 Yağmur yağıyor.  Aynı anda duyuyor insanlar, yağmurun pencerelerine dokunuş seslerini. Huzur veriyor bana bu ses. Huzur veriyor bana, aynı anda duyduğum yağmur damlalarının  susuş sesi. Başka hiçbir yerde bulmak mümkün değil, bu iki güzelliğin birleşimini. Anı yaşamak dedikleri bu olsa gerek. Sanki şu an,  bundan başka bir an yokmuş gibi geliyor. Yağmur yağıyor…  Dinmeye niyeti yok anlıyorum. Heybeme, yağmurlu günler defterimi yerleştirip,  küçük bir yolculuğa çıkmak istiyorum. Zaman tünelinde benimle yolculuk yaparak, bu deftere düştüğüm notları okumak ister misiniz?

* Şemsiyemin kırılganlığı altında rüzgâra direndim. Güneşin hatırına illa yağmur illa yağmur dedim. 11.04.2011.
* Nisana yağmur değdi... Bunu sevdim. 14.04.2012.
* Yağmurlu bir şehirde uyanmak vakti geldi. Damlalar dualara damlasın... 13.05.2012.
* Sularla temizlendi şehir sanki bugün, pişmanım dedikçe... Yağmur bazen böyle şeyler de hissettiriyor. 18.05.2012.
* Damlanın, denize düştüğü anın adını “aşk” koymuşlar. 20.05.2012.
* Sonbahar çocukları yağmuru memleketi gibi sever. Yağmurdan sonraki toprak kokusunu duymaya gidiyorum. 28.08.2012.
* Yağmur suyuna karışmış ve ıslanmış dualar var. Kabul makamında kurumayı bekliyor. 16.09.2012.
* Dünyaya geldiği anda,  bir bebeğin neden ağladığını en iyi anlayanlardan biri, ona gölgelik olan yağmur bulutudur.  23.10.2012.
* Terazinin kefelerini ıslatan yağmur şahit. “Özgürlük özün gürlemesidir.” 04.11.2012.
* Aralık yağmuru, haberdar kıl bizi özünden ve sözünden... 01.12.2012.
* Yağmur bulutları, yağmurun manasının ağırlığını taşıdığı için bu kadar siyahtır. Siyahın yükü hep ağırdır. 12.08.2013.
* Mevsimlerden yazdı. Ağlıyordu yaşlı kadın. Bir yağmur damlası geldi, yazmasının tam üzerine düştü. Bu bile bir yazgı yavrum, dedi. Yazgım... 30.08.2013.
* Bulutlar gökyüzünün, sırlarsa kalbin libasıdır. 11.02.2013.
* Bu yağmur bulutları, kışın mı baharın mı? 23.03.2013.
* Toprak suyu özlemese, su ona böyle koşar mıydı? Su, toprağa böyle koşmasa tohum nasıl yeşerir, filiz verirdi? 06.09.2013.
* Bir de yağmur yağarken, elinde şemsiyesi olup, açmayanlar var. 02.10.2013.
* Bazı gözyaşları içimizi temizler ya hani, bayram yağmuru da öyle yıkayıp temizliyor sanki İstanbul'u... 16.10.2013.
* Yağmurun kendine özgü bir dili var. Her bir damla, bu dile hizmet ediyor. 07.11.2014.
* Ne zaman dinecek yağmur? Ne zaman dinecek,  dinmesi için dilendikleriniz? 21.02.2014.
* Toprak kurumalı, yağmuru anlayabilmek için. İnsan susamalı, suyun kıymetini bilmek için.  Gök de göz de ağlamalı, suya erişmek için. 18.04.2014.
* Yağmur huzurun iç sesi...  27.04.2014.
* Yağmur yağdıkça her şey olgunlaşıyor. 02.06.2014.
* Yağmur damlası gibi teslim olabilsek. Yağmur damlası gibi, kendimizi Rabbimize bırakabilsek... 04.05.2014.
* Acılarla yanan şehir, bir yağmur bulutunun gölgesinde dinlenerek serinleyebilir. 15.06.2014.
* Sıradaki yağmur, yağmuru çok sevenlere gelsin… 17.08.2014.
* Bu yağmur şehirler uyandırır... 02.02.2014.
* Niyeti, hakiki güzellik tomurcuklarının ekildiği bir bahçenin bahçıvanı olmaktı. Yağmur, ancak niyeti bu kadar temiz olanların yüreğine yağardı. 21.02.2014.
* Yağmur başladığı anda uyanmanın sevinci… Gökler de uyanmış. Güzel yağıyor. 08.09.2014.
* Bulutlar yeryüzünün şahididir. Onlar, imzalarını gökyüzünün sayfasına atarlar. 01.11.2014.
* Hepimizin ömründe karlı, güneşli, yağmurlu, bulutlu, sisli günler olmadı mı? 06.02.2015.
* Yağmur başlamış ve sesler kesilmişken, eskilerin “eşyayı bile incitme, üslubu beyan ayniyle insan” sözlerinin manası üzerinde düşünme vaktidir. 02.06.2014.
* Allah aşkı ile yanan bir kalbe su koşarak gelir. Ama, o susuzluğu tercih eder. Aşık bilir ki; bu yangın ancak, gözyaşı yağmuru ile söner. 21.03.2015.
* İnsan, yağmur yağarken toprağı duymalı.  23.04.2015.

* Kalbimizle okumayı bilseydik, sıkıntılı anlarımızda yazılanları, içimizde manevi rüzgârlar eser, yaz yağmuru sinemizde çiselerdi. 29.06.2015.

Yazan: Vildan Şimşek


4 Ağustos 2015 Salı

BU DÜNYA BİR GÖLGE OYUNUDUR


Dünya bir gölge ise, zaman bu gölgenin üzerine çekilmiş bir perdedir. Perdeyi hafifçe aralayalım ne görüyoruz? Buğulu camlara resmedilmiş eksik hayat hikâyeleri, buğulu camlara yazılmış yarım cümleler… Baktıkça uzak bir yer beliriyor en yakınımızda. Yürümeye başlıyoruz ömrümüzün koridorlarında… Attığımız her bir adım tuzak sanki. Önümüz sise bulanmış, gözümüzün alabildiği yeri göremememiz için. Arkamızda ise bizim olmayan ama bizden bir gölge geziyor. Yol uzadıkça gölge de uzuyor ve gölge uzadıkça sis artıyor. Kendimizden ilerisine gidemediğimiz bir yerde gölge bırakıyor peşimizi birden. Yakalamaya çalışıyoruz. Biz kovalıyoruz. O kaçıyor. Biz kovalıyoruz o kaçıyor…

               Çıkmaz bir sokağa girip, bir çıkmaz sokak daha inşa etmenin gururunu yaşıyoruz o anda. Bize ait olmayan ama bizim olduğu zannına kapıldığımız bir yapı duruyor karşımızda tüm ihtişamıyla. Bu ihtişama kapılıp, oyalanıyor ruhumuz… Bu ihtişama kapılıp, tozlanıyor kalbimiz… Hakikat ışığını göremiyor gözlerimiz… Hakikatin çağrısını işitemiyor kulaklarımız… Tam da Karagöz, Hacivat oyununda denildiği gibi değil mi?  “Bu dünya bir gölge oyunudur, bunu bilmeyenler de bilmelidir.”

               Shakespeare’e göre: “Dünya büyük bir tiyatro sahnesi gibidir. Herkes bu sahnede rolünü oynar, rolü bitince de sahneyi sonsuza dek terk eder.”. Biz bu gölge oyununa o kadar kapılıyoruz ki; buranın bir oyun ve eğlenceden ibaret olduğunu unutuyoruz.  Oysa,  perde kapanıp, oyunun her an sona erebileceğini düşünebilsek, bu oyunu biz kazanacağız…  

               Biz bu gölge oyununa o kadar kapılıyoruz ki; bize asıl vatanımızı hatırlatacak sesi işitemiyoruz. Oysa, nereden gelip, nereye gideceğimizin bilincinde olsak, oyunun içindeyken işitecek ezel pınarının sesini ruhumuz...

   Biz bu gölge oyununa o kadar kapılıyoruz ki; kalp dünyamıza yolculuk edemiyoruz. Oysa, dünya bahçesinin bekçisiysek, kalp dünyamızın bahçıvanıyız. Dünya sevgisinden uzaklaştıkça kalbimiz, mana ağacının meyvesine yaklaşacak ellerimiz…

               Bu oyuna o kadar kapılıyoruz ki;  perdenin arkasına bakıp hakikati göremiyoruz. Oysa hakikati görüp; güneşe doğru gitsek, gölge de bizimle beraber gelecek.  Ve ruhumuz bu yolda gölgenin sessizliğiyle dinlenecek…

               Öyle bir susalım ki şimdi,  sadece hakikatin sesini duyabilelim. Öyle bir susturalım ki içimizdeki dünyayı, orada hakikatten başka bir şey yer edinemesin.  Dünya diz çöktüğüm yer kadardır, diyor Cahit Zarifoğlu. Perdenin önünde diz çöküp, güneşi seyredelim…

              Niyet etmek varmanın yarısıdır. Güneşe gitmeye niyet edelim. “Bu dünya bir gölge oyunudur”, kabul edelim…

Emrimize amade gibi gözüken şu dünya
Silip atabilse

Kendisine ait olanları

Ve bize ait olanları
Yok edebilse aidiyetlerimizi
Yokluk bile bırakmadan
Yeter mi yetmesi gerekip yetemeyenler
Biter mi bitmesi gerekip bitemeyenler
Diner mi dinmesi gerekip dinemeyenler


Emrimize amade gibi gözüken şu dünya
Yok edebilse aidiyetlerimizi
Acizliğine aldırmadan
Hiçliğine kapılmadan
Unutulur mu unutulması gerekip unutulmayanlar
Hatırlanır mı hatırlanması gerekip hatırlanmayanlar
Anılır mı anılması gerekip anılmayanlar

Emrimize amade gibi duran şu dünya
Gidebilse  bizden
Yol açabilse bize
Gidebilsek  en sevgiliye

Emrimize amade gibi duran ey dünya
Git   bizden
Yol aç bize
Gidelim en  sevgiliye