Akis...

Akis...
Fotoğraf: Vildan ŞİMŞEK

21 Temmuz 2015 Salı

BİR ÜSKÜDAR AKŞAMINDA ÖLÜMÜ HATIRLAMAK…

      
                                                                                                                             
Mevsim ne olursa olsun, Üsküdar içimde hep manevi rüzgârlar estirir. Sırf bu havayı solumak için, bazı zamanlar güzergâhımı değiştirip, gideceğim yere Üsküdar üzerinden gitmeyi tercih ederim. Burası benim için bir ismi taşıyabilmek ne demektir, mekânın ruhu ne demektir gibi mana boyutundaki soruları tek solukta cevaplayan yerlerden biri… Bugün de tercihimi bu yönde kullanarak, akşam saatinde Üsküdar’a, benim sevdiğim adıyla, Kâbe Toprağı’na ayak basıyorum.

Ayak bastığım anda sorularımın cevabını kalbime veren, her mevsimde ruhumda manevi rüzgârlar estiren Üsküdar’ı akşam ezanı daha da ulvileştiriyor. Yeryüzünde hangi davet ezan sesinden daha güzel olabilir ki? Bize huzur veren şeyler bizim kıyımızdır. Ezan sesi, beni kıyıdan uzaklaştığımı hissettiğim bir anda kıyıya yaklaştırıyor. Kıyıda, bu sesin verdiği huzurun kalesine sığınmak istiyorum. O an, Üsküdar camilerinin minarelerinin birinden bir ölüm haberi duyuruluyor. Bugün de kim bilir dünyada kaç bebeğin kulağına ezan okunurken birilerinin salası verildi? Ölenler öz yurduna doğdu... Doğanlar öz yurdundan koptu ve dünya misafirhanesine konuk oldu… Yaşayanlar ise dünyada misafir olduğunu unutarak ev sahipliğine soyundu…
                       
 Düşündüm de ölümü ne kadar az hatırlıyoruz. Oysa, hayat ve ölüm her an iç içe kucak kucağa. Ölüm, hayat kadar canlı ve gerçek. Ölüm, hayat cümlesinin gizli öznesi… Noktası değil, virgülü… Ölüm, şu an duyduğum dalga sesleri, deniz kokusu ve esen rüzgâr kadar dünyalı… Cahit Zarifoğlu, ne güzel anlatır şu mısralarında ölümü: “Yakın denizde bir derinlik kokusu/ve kımıldayan bir ölüm duygusu/Ve deniz…”

Ruhumdaki kayalara çarpan dalgalarla denizin söylediklerini kalbimde hissetmeye çalışıyorum. Damlanın, denize düştüğü anın adını “aşk” koymuşlar. Damla, ölmeden deniz olamaz… Allah’ım senin engin aşk denizine düşen bir damlacık su da ben olamaz mıyım? Ben sorumu cevaplayacak sesi duymaya çalışırken,  deniz insanların sustuklarını dinliyor. Üsküdar, ölmeden olamazsın, diye fısıldıyor kalbime usulca… Aklıma geliyor konuşan ömrüm… Kalbime geliyor sükût eden ölüm… Ve akıp giden zaman, parmak aralarından…

 Akşamın karanlığı Üsküdar’ın üstüne çöktüğünde, kalabalık tıpkı bir sel gibi şehrin sokaklarını basıyor. Sele kapılıp giderken, önümde yürüyen on beş, on altı yaşlarındaki kız erkek karışık bir öğrenci grubunun konuşmalarına kulak misafiri oluyorum. Bu konuşmalardan anladığım sürekli hayata dair çok uzun vadeli planlar yaptıkları oluyor. Ancak, bir yere yetişme telaşıyla olsa gerek çok hızlı yürüdükleri için bu kulak misafirliği oldukça kısa sürüyor. Önümden kaybolup giden kitap yüklü bir sürü sırt çantasına,  isimsiz bir not bırakmak geliyor içimden:  Ölüm uzun vadeli planların peşinden koşarken aldığınız bir nefes kadar yakın… Bugün ölüme bir adım daha yaklaştınız… Bu hakikati kavrayarak attığınız her adım sizi hayatta daha güçlü kılmaz mı?

Üsküdar’ın kız kulesi hakkında bir sürü efsaneler, rivayetler var. Ben kız kulesini gizemli insanlara benzetiyorum. Kız kulesi aslında herkese aynı bakar, ama herkes onda farklı bir şey görür. Eve dönüş yolunda, kız kulesinin önünden geçerken sahildeki bankta oturan bir kadının, elindeki kitabı yanı başına koyarak uzun uzun sustuğunu fark ediyorum. Usulca yanına oturuyorum. Kitabı yeniden eline alıyor. Rastgele bir sayfasını açıp, tevafuk eden yeri okumaya başlıyor. Kız kulesine bakarak ne gördüğü onun sırrı, ama ben başımı kitaba çevirip, onun payına düşen bu sayfaya ortak olmak istiyorum. Tanımadığım bir insanla,  kısa bir dünya zamanında aynı kaderi paylaşıyorum. Onun payına Erdem Beyazıt’ın Ölüm Risalesi düşüyor… Benim payıma Erdem Beyazıt’ın Ölüm Risalesi düşüyor… Günler ömrün sayfalarıdır. Bugün bir Üsküdar akşamında, ömür defterimin sayfasına “ölümü hatırlamak” yazılıyor…

ÖLÜM RİSALESİ

“Okuyorum hayatı 
Toprağın üstünden çok 
Altındakilerle var olduğunu 

Toprak 
Ölüme aç 
Ölüme muhtaç 
Hayat 

Ölüm muhakkak 
Ve ölüm mutlak 
Tek kapısıdır ölümsüzlüğün 

Ölümle tanıştıktan sonra anladım 
Sadece bir kimlik belgesi olduğunu yaşamanın…”

Yazan: Vildan Şimşek
Gerçek Hayat Dergisinde yayınlanmıştır. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder