Mevsim ne olursa olsun,
Üsküdar içimde hep manevi rüzgârlar estirir. Sırf bu havayı solumak için, bazı
zamanlar güzergâhımı değiştirip, gideceğim yere Üsküdar üzerinden gitmeyi
tercih ederim. Burası benim için bir ismi taşıyabilmek ne demektir, mekânın
ruhu ne demektir gibi mana boyutundaki soruları tek solukta cevaplayan
yerlerden biri… Bugün de tercihimi bu yönde kullanarak, akşam saatinde Üsküdar’a,
benim sevdiğim adıyla, Kâbe Toprağı’na ayak basıyorum.
Ayak bastığım anda sorularımın cevabını kalbime veren, her mevsimde ruhumda manevi rüzgârlar estiren Üsküdar’ı akşam ezanı daha da ulvileştiriyor. Yeryüzünde hangi davet ezan sesinden daha güzel olabilir ki? Bize huzur veren şeyler bizim kıyımızdır. Ezan sesi, beni kıyıdan uzaklaştığımı hissettiğim bir anda kıyıya yaklaştırıyor. Kıyıda, bu sesin verdiği huzurun kalesine sığınmak istiyorum. O an, Üsküdar camilerinin minarelerinin birinden bir ölüm haberi duyuruluyor. Bugün de kim bilir dünyada kaç bebeğin kulağına ezan okunurken birilerinin salası verildi? Ölenler öz yurduna doğdu... Doğanlar öz yurdundan koptu ve dünya misafirhanesine konuk oldu… Yaşayanlar ise dünyada misafir olduğunu unutarak ev sahipliğine soyundu…
Düşündüm de ölümü ne kadar az hatırlıyoruz. Oysa, hayat ve ölüm her an iç içe kucak kucağa. Ölüm, hayat kadar canlı ve gerçek. Ölüm, hayat cümlesinin gizli öznesi… Noktası değil, virgülü… Ölüm, şu an duyduğum dalga sesleri, deniz kokusu ve esen rüzgâr kadar dünyalı… Cahit Zarifoğlu, ne güzel anlatır şu mısralarında ölümü: “Yakın denizde bir derinlik kokusu/ve kımıldayan bir ölüm duygusu/Ve deniz…”
Ruhumdaki
kayalara çarpan dalgalarla denizin söylediklerini kalbimde hissetmeye
çalışıyorum. Damlanın, denize düştüğü
anın adını “aşk” koymuşlar. Damla, ölmeden deniz olamaz… Allah’ım senin engin
aşk denizine düşen bir damlacık su da ben olamaz mıyım? Ben sorumu
cevaplayacak sesi duymaya çalışırken, deniz
insanların sustuklarını dinliyor. Üsküdar, ölmeden olamazsın, diye fısıldıyor
kalbime usulca… Aklıma geliyor konuşan
ömrüm… Kalbime geliyor sükût eden ölüm… Ve akıp giden zaman, parmak
aralarından…
Akşamın karanlığı Üsküdar’ın üstüne
çöktüğünde, kalabalık tıpkı bir sel gibi şehrin sokaklarını basıyor. Sele
kapılıp giderken, önümde yürüyen on beş, on altı yaşlarındaki kız erkek karışık
bir öğrenci grubunun konuşmalarına kulak misafiri oluyorum. Bu konuşmalardan
anladığım sürekli hayata dair çok uzun vadeli planlar yaptıkları oluyor. Ancak,
bir yere yetişme telaşıyla olsa gerek çok hızlı yürüdükleri için bu kulak
misafirliği oldukça kısa sürüyor. Önümden kaybolup giden kitap yüklü bir sürü
sırt çantasına, isimsiz bir not bırakmak
geliyor içimden: Ölüm uzun vadeli planların peşinden koşarken aldığınız bir nefes kadar
yakın… Bugün ölüme bir adım daha yaklaştınız… Bu hakikati kavrayarak attığınız her
adım sizi hayatta daha güçlü kılmaz mı?
Üsküdar’ın kız kulesi
hakkında bir sürü efsaneler, rivayetler var. Ben kız kulesini gizemli insanlara
benzetiyorum. Kız kulesi aslında herkese aynı bakar, ama herkes onda farklı bir
şey görür. Eve dönüş yolunda, kız kulesinin önünden geçerken sahildeki bankta
oturan bir kadının, elindeki kitabı yanı başına koyarak uzun uzun sustuğunu
fark ediyorum. Usulca yanına oturuyorum. Kitabı yeniden eline alıyor. Rastgele
bir sayfasını açıp, tevafuk eden yeri okumaya başlıyor. Kız kulesine bakarak ne
gördüğü onun sırrı, ama ben başımı kitaba çevirip, onun payına düşen bu sayfaya
ortak olmak istiyorum. Tanımadığım bir insanla, kısa bir dünya zamanında aynı kaderi
paylaşıyorum. Onun payına Erdem Beyazıt’ın Ölüm Risalesi düşüyor… Benim payıma
Erdem Beyazıt’ın Ölüm Risalesi düşüyor… Günler
ömrün sayfalarıdır. Bugün bir Üsküdar akşamında, ömür defterimin sayfasına
“ölümü hatırlamak” yazılıyor…
ÖLÜM
RİSALESİ
“Okuyorum hayatı
Toprağın üstünden çok
Altındakilerle var olduğunu
Toprak
Ölüme aç
Ölüme muhtaç
Hayat
Ölüm muhakkak
Ve ölüm mutlak
Tek kapısıdır ölümsüzlüğün
Ölümle tanıştıktan sonra anladım
Sadece bir kimlik belgesi olduğunu yaşamanın…”
Yazan: Vildan Şimşek
Gerçek Hayat Dergisinde yayınlanmıştır.
Toprağın üstünden çok
Altındakilerle var olduğunu
Toprak
Ölüme aç
Ölüme muhtaç
Hayat
Ölüm muhakkak
Ve ölüm mutlak
Tek kapısıdır ölümsüzlüğün
Ölümle tanıştıktan sonra anladım
Sadece bir kimlik belgesi olduğunu yaşamanın…”
Yazan: Vildan Şimşek
Gerçek Hayat Dergisinde yayınlanmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder