Dünya bir gölge ise, zaman bu gölgenin üzerine
çekilmiş bir perdedir. Perdeyi
hafifçe aralayalım ne görüyoruz? Buğulu camlara resmedilmiş eksik hayat hikâyeleri,
buğulu camlara yazılmış yarım cümleler… Baktıkça uzak bir yer beliriyor en yakınımızda.
Yürümeye başlıyoruz ömrümüzün koridorlarında… Attığımız her bir adım tuzak
sanki. Önümüz sise bulanmış, gözümüzün alabildiği yeri göremememiz için. Arkamızda ise
bizim olmayan ama bizden bir gölge geziyor. Yol uzadıkça gölge de uzuyor ve
gölge uzadıkça sis artıyor. Kendimizden ilerisine gidemediğimiz bir yerde gölge
bırakıyor peşimizi birden. Yakalamaya çalışıyoruz. Biz kovalıyoruz. O kaçıyor.
Biz kovalıyoruz o kaçıyor…
Çıkmaz bir sokağa girip, bir çıkmaz sokak daha inşa etmenin gururunu
yaşıyoruz o anda. Bize ait olmayan ama bizim olduğu zannına kapıldığımız bir
yapı duruyor karşımızda tüm ihtişamıyla. Bu ihtişama kapılıp, oyalanıyor
ruhumuz… Bu ihtişama kapılıp, tozlanıyor kalbimiz… Hakikat ışığını göremiyor
gözlerimiz… Hakikatin çağrısını işitemiyor kulaklarımız… Tam da Karagöz,
Hacivat oyununda denildiği gibi değil mi?
“Bu dünya bir gölge oyunudur, bunu bilmeyenler de bilmelidir.”
Shakespeare’e
göre: “Dünya büyük bir tiyatro sahnesi gibidir. Herkes bu sahnede rolünü oynar,
rolü bitince de sahneyi sonsuza dek terk eder.”. Biz bu gölge oyununa o kadar
kapılıyoruz ki; buranın bir oyun ve eğlenceden ibaret olduğunu unutuyoruz. Oysa,
perde kapanıp, oyunun her an sona erebileceğini düşünebilsek, bu oyunu
biz kazanacağız…
Biz bu gölge oyununa o kadar kapılıyoruz ki; bize asıl vatanımızı
hatırlatacak sesi işitemiyoruz. Oysa, nereden gelip, nereye gideceğimizin
bilincinde olsak, oyunun içindeyken işitecek ezel pınarının sesini ruhumuz...
Biz bu gölge oyununa o kadar kapılıyoruz ki; kalp dünyamıza yolculuk
edemiyoruz. Oysa, dünya bahçesinin bekçisiysek, kalp dünyamızın bahçıvanıyız.
Dünya sevgisinden uzaklaştıkça kalbimiz, mana ağacının meyvesine yaklaşacak
ellerimiz…
Bu
oyuna o kadar kapılıyoruz ki; perdenin
arkasına bakıp hakikati göremiyoruz. Oysa hakikati görüp; güneşe doğru gitsek,
gölge de bizimle beraber gelecek. Ve ruhumuz
bu yolda gölgenin sessizliğiyle dinlenecek…
Öyle
bir susalım ki şimdi, sadece hakikatin
sesini duyabilelim. Öyle bir susturalım ki içimizdeki dünyayı, orada hakikatten
başka bir şey yer edinemesin. Dünya diz çöktüğüm yer kadardır, diyor Cahit Zarifoğlu.
Perdenin önünde diz çöküp, güneşi seyredelim…
Niyet etmek varmanın yarısıdır. Güneşe
gitmeye niyet edelim. “Bu dünya bir gölge oyunudur”, kabul edelim…
Emrimize
amade gibi gözüken şu dünya
Silip
atabilse
Kendisine ait
olanları
Ve bize ait
olanları
Yok edebilse
aidiyetlerimizi
Yokluk bile
bırakmadan
Yeter mi
yetmesi gerekip yetemeyenler
Biter mi
bitmesi gerekip bitemeyenler
Diner mi
dinmesi gerekip dinemeyenler
Emrimize
amade gibi gözüken şu dünya
Yok edebilse
aidiyetlerimizi
Acizliğine
aldırmadan
Hiçliğine
kapılmadan
Unutulur mu
unutulması gerekip unutulmayanlar
Hatırlanır mı hatırlanması gerekip hatırlanmayanlar
Anılır mı anılması gerekip anılmayanlar
Emrimize amade gibi duran şu dünya
Gidebilse bizden
Yol açabilse bize
Gidebilsek en sevgiliye
Hatırlanır mı hatırlanması gerekip hatırlanmayanlar
Anılır mı anılması gerekip anılmayanlar
Emrimize amade gibi duran şu dünya
Gidebilse bizden
Yol açabilse bize
Gidebilsek en sevgiliye
Emrimize amade gibi duran ey dünya
Git bizden
Yol aç bize
Gidelim en sevgiliye
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder