Akis...

Akis...
Fotoğraf: Vildan ŞİMŞEK

11 Ağustos 2015 Salı

Yağmurlu Günler Defterimden…


                 Yağmur yağıyor.  Aynı anda duyuyor insanlar, yağmurun pencerelerine dokunuş seslerini. Huzur veriyor bana bu ses. Huzur veriyor bana, aynı anda duyduğum yağmur damlalarının  susuş sesi. Başka hiçbir yerde bulmak mümkün değil, bu iki güzelliğin birleşimini. Anı yaşamak dedikleri bu olsa gerek. Sanki şu an,  bundan başka bir an yokmuş gibi geliyor. Yağmur yağıyor…  Dinmeye niyeti yok anlıyorum. Heybeme, yağmurlu günler defterimi yerleştirip,  küçük bir yolculuğa çıkmak istiyorum. Zaman tünelinde benimle yolculuk yaparak, bu deftere düştüğüm notları okumak ister misiniz?

* Şemsiyemin kırılganlığı altında rüzgâra direndim. Güneşin hatırına illa yağmur illa yağmur dedim. 11.04.2011.
* Nisana yağmur değdi... Bunu sevdim. 14.04.2012.
* Yağmurlu bir şehirde uyanmak vakti geldi. Damlalar dualara damlasın... 13.05.2012.
* Sularla temizlendi şehir sanki bugün, pişmanım dedikçe... Yağmur bazen böyle şeyler de hissettiriyor. 18.05.2012.
* Damlanın, denize düştüğü anın adını “aşk” koymuşlar. 20.05.2012.
* Sonbahar çocukları yağmuru memleketi gibi sever. Yağmurdan sonraki toprak kokusunu duymaya gidiyorum. 28.08.2012.
* Yağmur suyuna karışmış ve ıslanmış dualar var. Kabul makamında kurumayı bekliyor. 16.09.2012.
* Dünyaya geldiği anda,  bir bebeğin neden ağladığını en iyi anlayanlardan biri, ona gölgelik olan yağmur bulutudur.  23.10.2012.
* Terazinin kefelerini ıslatan yağmur şahit. “Özgürlük özün gürlemesidir.” 04.11.2012.
* Aralık yağmuru, haberdar kıl bizi özünden ve sözünden... 01.12.2012.
* Yağmur bulutları, yağmurun manasının ağırlığını taşıdığı için bu kadar siyahtır. Siyahın yükü hep ağırdır. 12.08.2013.
* Mevsimlerden yazdı. Ağlıyordu yaşlı kadın. Bir yağmur damlası geldi, yazmasının tam üzerine düştü. Bu bile bir yazgı yavrum, dedi. Yazgım... 30.08.2013.
* Bulutlar gökyüzünün, sırlarsa kalbin libasıdır. 11.02.2013.
* Bu yağmur bulutları, kışın mı baharın mı? 23.03.2013.
* Toprak suyu özlemese, su ona böyle koşar mıydı? Su, toprağa böyle koşmasa tohum nasıl yeşerir, filiz verirdi? 06.09.2013.
* Bir de yağmur yağarken, elinde şemsiyesi olup, açmayanlar var. 02.10.2013.
* Bazı gözyaşları içimizi temizler ya hani, bayram yağmuru da öyle yıkayıp temizliyor sanki İstanbul'u... 16.10.2013.
* Yağmurun kendine özgü bir dili var. Her bir damla, bu dile hizmet ediyor. 07.11.2014.
* Ne zaman dinecek yağmur? Ne zaman dinecek,  dinmesi için dilendikleriniz? 21.02.2014.
* Toprak kurumalı, yağmuru anlayabilmek için. İnsan susamalı, suyun kıymetini bilmek için.  Gök de göz de ağlamalı, suya erişmek için. 18.04.2014.
* Yağmur huzurun iç sesi...  27.04.2014.
* Yağmur yağdıkça her şey olgunlaşıyor. 02.06.2014.
* Yağmur damlası gibi teslim olabilsek. Yağmur damlası gibi, kendimizi Rabbimize bırakabilsek... 04.05.2014.
* Acılarla yanan şehir, bir yağmur bulutunun gölgesinde dinlenerek serinleyebilir. 15.06.2014.
* Sıradaki yağmur, yağmuru çok sevenlere gelsin… 17.08.2014.
* Bu yağmur şehirler uyandırır... 02.02.2014.
* Niyeti, hakiki güzellik tomurcuklarının ekildiği bir bahçenin bahçıvanı olmaktı. Yağmur, ancak niyeti bu kadar temiz olanların yüreğine yağardı. 21.02.2014.
* Yağmur başladığı anda uyanmanın sevinci… Gökler de uyanmış. Güzel yağıyor. 08.09.2014.
* Bulutlar yeryüzünün şahididir. Onlar, imzalarını gökyüzünün sayfasına atarlar. 01.11.2014.
* Hepimizin ömründe karlı, güneşli, yağmurlu, bulutlu, sisli günler olmadı mı? 06.02.2015.
* Yağmur başlamış ve sesler kesilmişken, eskilerin “eşyayı bile incitme, üslubu beyan ayniyle insan” sözlerinin manası üzerinde düşünme vaktidir. 02.06.2014.
* Allah aşkı ile yanan bir kalbe su koşarak gelir. Ama, o susuzluğu tercih eder. Aşık bilir ki; bu yangın ancak, gözyaşı yağmuru ile söner. 21.03.2015.
* İnsan, yağmur yağarken toprağı duymalı.  23.04.2015.

* Kalbimizle okumayı bilseydik, sıkıntılı anlarımızda yazılanları, içimizde manevi rüzgârlar eser, yaz yağmuru sinemizde çiselerdi. 29.06.2015.

Yazan: Vildan Şimşek


4 Ağustos 2015 Salı

BU DÜNYA BİR GÖLGE OYUNUDUR


Dünya bir gölge ise, zaman bu gölgenin üzerine çekilmiş bir perdedir. Perdeyi hafifçe aralayalım ne görüyoruz? Buğulu camlara resmedilmiş eksik hayat hikâyeleri, buğulu camlara yazılmış yarım cümleler… Baktıkça uzak bir yer beliriyor en yakınımızda. Yürümeye başlıyoruz ömrümüzün koridorlarında… Attığımız her bir adım tuzak sanki. Önümüz sise bulanmış, gözümüzün alabildiği yeri göremememiz için. Arkamızda ise bizim olmayan ama bizden bir gölge geziyor. Yol uzadıkça gölge de uzuyor ve gölge uzadıkça sis artıyor. Kendimizden ilerisine gidemediğimiz bir yerde gölge bırakıyor peşimizi birden. Yakalamaya çalışıyoruz. Biz kovalıyoruz. O kaçıyor. Biz kovalıyoruz o kaçıyor…

               Çıkmaz bir sokağa girip, bir çıkmaz sokak daha inşa etmenin gururunu yaşıyoruz o anda. Bize ait olmayan ama bizim olduğu zannına kapıldığımız bir yapı duruyor karşımızda tüm ihtişamıyla. Bu ihtişama kapılıp, oyalanıyor ruhumuz… Bu ihtişama kapılıp, tozlanıyor kalbimiz… Hakikat ışığını göremiyor gözlerimiz… Hakikatin çağrısını işitemiyor kulaklarımız… Tam da Karagöz, Hacivat oyununda denildiği gibi değil mi?  “Bu dünya bir gölge oyunudur, bunu bilmeyenler de bilmelidir.”

               Shakespeare’e göre: “Dünya büyük bir tiyatro sahnesi gibidir. Herkes bu sahnede rolünü oynar, rolü bitince de sahneyi sonsuza dek terk eder.”. Biz bu gölge oyununa o kadar kapılıyoruz ki; buranın bir oyun ve eğlenceden ibaret olduğunu unutuyoruz.  Oysa,  perde kapanıp, oyunun her an sona erebileceğini düşünebilsek, bu oyunu biz kazanacağız…  

               Biz bu gölge oyununa o kadar kapılıyoruz ki; bize asıl vatanımızı hatırlatacak sesi işitemiyoruz. Oysa, nereden gelip, nereye gideceğimizin bilincinde olsak, oyunun içindeyken işitecek ezel pınarının sesini ruhumuz...

   Biz bu gölge oyununa o kadar kapılıyoruz ki; kalp dünyamıza yolculuk edemiyoruz. Oysa, dünya bahçesinin bekçisiysek, kalp dünyamızın bahçıvanıyız. Dünya sevgisinden uzaklaştıkça kalbimiz, mana ağacının meyvesine yaklaşacak ellerimiz…

               Bu oyuna o kadar kapılıyoruz ki;  perdenin arkasına bakıp hakikati göremiyoruz. Oysa hakikati görüp; güneşe doğru gitsek, gölge de bizimle beraber gelecek.  Ve ruhumuz bu yolda gölgenin sessizliğiyle dinlenecek…

               Öyle bir susalım ki şimdi,  sadece hakikatin sesini duyabilelim. Öyle bir susturalım ki içimizdeki dünyayı, orada hakikatten başka bir şey yer edinemesin.  Dünya diz çöktüğüm yer kadardır, diyor Cahit Zarifoğlu. Perdenin önünde diz çöküp, güneşi seyredelim…

              Niyet etmek varmanın yarısıdır. Güneşe gitmeye niyet edelim. “Bu dünya bir gölge oyunudur”, kabul edelim…

Emrimize amade gibi gözüken şu dünya
Silip atabilse

Kendisine ait olanları

Ve bize ait olanları
Yok edebilse aidiyetlerimizi
Yokluk bile bırakmadan
Yeter mi yetmesi gerekip yetemeyenler
Biter mi bitmesi gerekip bitemeyenler
Diner mi dinmesi gerekip dinemeyenler


Emrimize amade gibi gözüken şu dünya
Yok edebilse aidiyetlerimizi
Acizliğine aldırmadan
Hiçliğine kapılmadan
Unutulur mu unutulması gerekip unutulmayanlar
Hatırlanır mı hatırlanması gerekip hatırlanmayanlar
Anılır mı anılması gerekip anılmayanlar

Emrimize amade gibi duran şu dünya
Gidebilse  bizden
Yol açabilse bize
Gidebilsek  en sevgiliye

Emrimize amade gibi duran ey dünya
Git   bizden
Yol aç bize
Gidelim en  sevgiliye