Akis...

Akis...
Fotoğraf: Vildan ŞİMŞEK

22 Eylül 2015 Salı

BUGÜN GÜNDEMİNİZDE KALBİNİZ VAR MIYDI?

Hepimiz, dünya hayatının sularına o kadar kapılmışız ki, kalp dünyamıza yolculuk edemiyoruz. Bu hafta birlikte zaman tünelinden geçip; kalp dünyamıza yolculuk edelim istiyorum. Kalp demişken, bugün gündeminizde kalbiniz var mıydı? 

                   - Rabbi için dillenen bir kalp, derin bir sükûtta dinlenir. 29.04.2015.
                   - Kalbe dünya yerleşirse, kalp tozlanır. Kalbe,Allah aşkı düşerse, kalp tozdan arınır. 03.04.2015. 
                    - Dünya sevgisinden uzaklaştıkça kalbimiz, mana ağacının meyvesine yaklaşacak ellerimiz… 03.03.2015. 
                 - Göz bakar, kalp görür. Zaman bakmak ve görmek arasındaki bu ince çizgide yürür. 31.12.2014.
                   - Rızık denilince, insanlar çoğu zaman 'maddi rızık' olarak anlıyorlar. Dualarımızda ruhun ve kalbin gıdasıolan, 'manevi rızık' da istiyor muyuz? 17.12.2014.
Gözyaşı ve tebessüm; kalp yolunda birlikte yürüyen iki dost gibidir. 01.12.2015. 
                   - Lisan-ı hal ile konuşan bir gece... Geceyi can kulağı ile dinleyen bir deniz... Denize kalp gözü ile bakan bir gök... 16.10.2015. 
                   - İnsan yüreğinin içindedir, diyor ya şair; sükût edip kendime eğildim. 25.06.2015. 
Dünya bahçesinin bekçisiysek; kalp dünyasının bahçıvanıyız. Gönül toprağına sevgiyle ektiğimiz tohumlar, bir gün çiçek açacak. 12.10.2014. 
- Kelimeler kalbe emanettir. Kalem kâğıda eğilince dil kalbe tercüman olur. 20.09.2014. 
Allah dostları, kalp şehirlerinin askerleridir. 04.09.2014.
                   - Akıl kapısının açılması da kapanması da kolaydır. Kalp kapısının ise, açılması da kapanması da zordur. Mühim olan kalp kapısından girebilmektir. 29.08.2014. 
                  Kalp denizinde, derinlere dalabilen ne kadar az.Çoğu insan kıyıya yakın yerlerde yüzüyor. Bazıları ise bu denizi sadece uzaktan seyrediyor. 30.07.2014.
Güzeli güzel kılan güzel görendir. Güzel bakan ve güzel gören göz kalbin aynasıdır. 24.07.2014. 
                  - Hüznün kıymetini bilen, onu tebessüm ile setredebilen bir kalp ne kadar da asildir. 29.06.2015. 
- Kâğıda ve kitaba dokunurken; hayata, insana ve bir kalbe dokunmayı da hatırlatan duyarlı insanlara teşekkürler…21.05.2014. 
- Bulutlar gökyüzünün; sırlarsa kalbin libasıdır. 25.04.2014.
Kelam kalpten gelirse kalem dile gelir. 05.04.2014. 
Allah aşkı ile yanan bir kalbe, su koşarak gelir. Ama o susuzluğu tercih eder. Aşık bilir ki; bu yangın ancak gözyaşı yağmuru ile söner. 21.03.2014. 
Ah siyah örtülü turkuaz günler. n değilmiş ki başka günler. Gül, Maksut, Kalp… Toprak, son ve ilk... 18.03.2014
                    - Uçsuz bucaksız yaşamaktayım. Yüreğim, ne bir başlangıç verebilirim sana, ne de bir son… 18.03.2014. 
                   - Sükût çeşmesi, sırlar kalp havuzuna damlamaya başladığında açılır. 15.08.2013. 
Kalbe ve ruha hitap etmeyen bir nefis medeniyeti yavaş yavaş hücrelerime işleniyor. 30.06.2013. 
Duanın dallarına sımsıkı tutunup bekleyenler bilir. Kalpsabır ağacının gölgesinde genişler. 16.06.2013.       
Kalp maddeden uzaklaştıkça, mana şeffaflaşır. 10.06.2013. 
İyi ki kalpten kalbe hızla yol alan dualar var. 05.02.2013. 
- En güzel şehir, kalp değil midir? 07.01.2013.

Yazan: Vildan Şimşek 

13 Eylül 2015 Pazar

UYAN EY DÜNYA…

Geçen hafta, cansız bedeni Bodrum’da karaya vuran,  üç yaşındaki küçücük bir çocuğun fotoğrafı ile göz göze geldik. Bütün dünya insanlarının, bildiği bir dilden konuştu bu fotoğraf.  Hal diliyle konuşan her şey, bizi kendi ruhunun iklimine götürür. Bu göz göze gelme anında, kalbimizden giden yollar, bizi bizden alıp o sahile götürdü… Hepimiz, aynı sahildeydik. Aynı manzaraya baktık. Ama, hepimizin orada gördüğü ve düşündüğü şeyler birbirinden farklıydı. Ben, o sahilde uzanmış minik bedende, dünyanın dört bir yanında acı çeken masum çocukların çırpınışlarını gördüm. O sahilde, dünyanın dört bir yanında acı çeken çocukların çığlık seslerini duydum… Göz görmeyince gönül katlanır derler. Peki, gözün bu gördüğüne nasıl katlansın gönül?

Kelimeler kumdan kalelerdir. Sükûtsa bir deniz… Deniz dalgalanıp coşunca kumdan kaleler yıkılır. Ve kelimeler su gibi akıp, içimizdeki denize dökülür. Deniz taşıyamayınca bu kadar büyük bir acıyı, dalgalanıp coştu. Deniz taşıyamayıp, kıyıya vurunca bu küçücük bedeni,  bütün bildiğimiz kelimelerimiz, denize karışıp kayboldu… Bir insan kalbinin bu kadar çok acıyı taşıyabildiğini görmek,  Allah’ın kudretini görmekti. Bir insan kalbinin bu kadar çok acıyı taşıyabildiğini görmek, hepimiz için büyük bir tecrübeydi…

  Bu fotoğraf karesi, bana Necip Fazıl Kısakürek’in: "Sanırım, insanların her suçunda ben varım; günah uzun bir kervan, tâ ucunda ben varım!" sözünü hatırlattı. Kabul edelim, bu hepimizin günahı ve hepimiz bu uzun kervanın bir yolcusuyuz… Bir masumun gözlerindeki ummanda kaybolup gidiyoruz…

                         Yüreğim kanadı, yüreğimiz kanadı. Sanki her şey o an, “burası dünya cennet değil, unutmayın” diye haykırdı.  Kanla yazılmış, bu kadar büyük bir “ah” varken; dünya yine “vah” deyip susmamalı…  Bu bir hakikat… Masal değil, film de değil… Uyan, ne olur uyan ey dünya! Hepimize, farklı bir uyanış penceresinden seslenirken bu fotoğraf, artık bu sesi yüreğimizle dinleme vaktidir. Artık, derin uykulardan uyanma vaktidir.  Uyan, ne olur uyan ey dünya!

                         Dünyanın dört bir yanında, acı çeken masum çocuklar… Rüzgâr karşısında savunmasız gelincik çiçeklerine benziyor hepsi. Narin, ama güçlü...  Tıpkı bu küçücük çocuk gibi.  Sanki biraz daha baksam bu fotoğrafa, dünyanın kalbi safiyet kazanacak. Biraz daha baksam bu fotoğrafa, dünyanın kalbi acı çeken bütün masum çocuklar için atacak… Artık, inanmak istiyorum…

Acılar Ülkesi (Savaşın Çocukları İçin…)
O acılar ülkesinde doğdu
Ateş yakarak gördüler yüzünü
Ateşe bakarak  gördüler yüzünü
Yüzünün gölgesi aleve
Alevin gölgesi yüzüne
Çarptığı an…

Ateş söndü göremediler yüzünü
Ateş söndü duyamadılar sözünü

Yine yaktılar, yine söndü
Yine yaktılar, yine söndü
Kapattı gözlerini
Açtı gözlerini
Ateş gözlerini yaktı
Gözyaşı aleve aktı
Yüzünün gölgesi aleve
Alevin gölgesi yüzüne
Çarptığı an...

Ateş söndü kaybetti yüzünü
Ateş söndü kaybetti günlüğünü

O acılar ülkesinde söndü...

Yazan: Vildan Şimşek 
Gerçek Hayat Dergisinde Yayınlanmıştır. 



ŞEHİR VE EYLÜL



Şehrin ruh hali, en iyi sonbaharın gözlerinden okunur. Eylül, bu halin en iyi anlatıcılarından biridir. Yüzyıllardır, kaç mevsim gelip geçmiştir de bu şehirden hiçbiri sonbahar kadar onu anlamamıştır. Çünkü, benzer acıları yaşayanlar arasında görünmez ama kuvvetli bir bağ vardır. Bu bağ, bir mevsim ve bir şehir arasında öylece durur da onları birbirine tanınır kılmaz mı? Acılarla yanan şehir, bir yağmur bulutunun gölgesinde değil de nerede biraz olsun dinlenerek serinleyebilir? O hazan mevsiminden başka hangi mevsimin renkleriyle örtünerek bu halini perdeleyebilir? Sustuklarını kime nasıl dinletebilir? Biz insanlar, sonbahar ile kalpten kalbe konuşan şehrin bu mevsimde hep sükût ettiği zannına kapılırız. Şehirse anlaşılmayı beklemeden usulca fısıldar, sonbahar nazarında bize hitaben kurduğu ilk ve son cümleyi: Bu bilgi değil bir haldir ve hali ancak yaşayan bilir. Eylül, sonbaharın kalbi hoş geldin…

Bilmiyorum duydunuz mu? Şehir yaz boyunca, her gün yılların birikimiyle soluk almadan uzun uzun konuştu. Her gün, önceki günden farklı bir şeyler söyledi, hiç tekrara düşmedi. Herkesin bildiği bir dille dillenmesine rağmen; yeterince anlaşılamadığı düşüncesiyle, onun hayal kırıklığına uğradığı zannına kapılabilirsiniz. Ancak, ne kadar konuşursa konuşsun, anlattıklarının herkesin anlayabileceği kadar olduğu gerçeğini, o asırlar öncesinden biliyordu. Yazın yerin sonbahara bırakmasıyla, şehir kendini sükûtun sularına attı. O, hep vuslatın kıyısında eylülün yolunu gözledi… Şehir biliyordu ki, sonbahara giden yol eylülden geçiyordu. Eylül, sonbaharın gözbebeği hoş geldin…

Ben, mevzubahis diğer mevsimlerken bile, sonbaharı ve onun şehir ile olan muhabbetini anmadan geçemeyen bir sonbahar çocuğuyum. Bu halimden sıyrılmak için, küçük bir kız çocuğunu ayları sayarken uzaktan seyrettim. Onun parmak uçlarındaki heyecanının, şehrin hüznü ile kesiştiği yerde, eylüle rastladım. Anladım ki; benim için sonbaharın adı eylül, eylülün adı ise sonbahar… Eylül, ayların nazenini hoş geldin…

Benim şehrim, ezelden yazılmış bir şiirin kafiyesine eştir ve ancak bir sonbahar vakti şairinin mısralarında kafiye tutturabilir. Mısralar, tıpkı sular gibi toprağından uzak kaldığı müddetçe başka mecralara eksiklik akıtmaya mahkûmdur. Bu akıntıda ıslanan her mürekkepse, kalemine duyduğu hasretle kurur. Bu yüzden, şehir ancak şairine vuslatla tamamlanabilir. Bilirsiniz, şehrin de biz insanların da bir kaderi vardır. Ve kader bir şiirse, hepimizin şiiri ancak tek ve gerçek sevgiliye vuslat ile okunabilir. Eylül, sonbaharın kalbi hoş geldin… Sonbahar, hoş geldin…

Gerçek Hayat Dergisinde yayınlanmıştır. 


5 Eylül 2015 Cumartesi

Bir çekebilseydik dünya perdesini, kalbimize nasıl da doğardı güneş... Bir kaldırabilseydik dünya perdesini, güneşle dost olurduk... 

Vildan Şimşek