Bazen
yazmak istediğimiz cümleler mürekkebe değil, içimize akar. Çünkü kalemin kâğıt
ile vuslata ereceği anın bile bir vakti var. Cahit Zarifoğlu, “Haydi, bir
şeyler yazayım diye kaleme sarılmayın. Beklemeyi bilin. Susayınca, acıkınca
nasıl anlıyorsak, yazmak anını da anlarız.” der. Çoğumuz, bu vakti beklemeyi sevmiyoruz.
Sabırsızız. Oysa kalp, sabır ağacının gölgesinde genişler. Bu vakti beklemeyi
bilsek, bu ağaç nice sayfalar açar kalbimizde. Kalem eğilir, bu sayfaların
üstünde. Biz kaleme dokunmadan önce, o gelir tutar elimizi…
Elleri
kalemi tutarken, kalemin kalplerinden tuttuğu insanlar ilhamın emanetçisidir.
Yazdırılırsa yazar, yazdırılmazsa sükût ederler. Kalemin kâğıtla vuslat anı,
onların kalbine ilham edilir. Onlar, kalemi
tutan ellerini, kendi elleri bilmezler. Kalplerine ilham edilen kelimeleri
sahiplenmezler. Onlar, sadece bir aracıdır. Kâtiptir…
Kâğıt
söyler, kalem yazar. Kâğıt ne söylerse, kalem onu yazar… Aynı mürekkebi
paylaşır kalem, kâğıt ve kâtip. Ama yazılanı taşıyan, emaneti sırtlanan kâğıttır. Kâğıdın yükü çok
ağırdır. Aynı mürekkebi paylaşır kalem, kâğıt ve kâtip. Bu mürekkeple
yazılanlar üçü arasında gizli bir sırdır… Sırların sahibi sırrı dilediğine
verir. Kelimelerin de bir tesettürü vardır. İnsanoğlunun en büyük sınavlarından
biri dilini örtmektir. Kâtip, sırrını aşikâr kılmak için hep kalemin kâğıt ile
vuslata ereceği o anı bekler. Kâtibin imtihanı çok ağırdır.
Kelimeler
kumdan kalelerdir. Sükûtsa bir deniz. Deniz dalgalanıp coşunca, kumdan kaleler
yıkılır. Anlam kapısı, kelimeler sustuğu zaman açılır. Kâtibin, bu kapının
önünde sabahladığı nice geceler vardır. İlhamın, kâtibi eliyle beslediği nice
gündüzler vardır…
Dünyada
yankısı duyulmadan tanınan her şey, ezel
tadı verir. Ezele ve ebediyete uzanan her güzellik biraz sırlıdır. Ve hakiki
güzellikler ayrıntılarda gizlidir, kalemin yazmaya takat edemediği sırlar gibi. Kâtibin,
kaleminde sükût eden harfler gibi. Gönül ateşinde demlenen heceler gibi… Ancak
böyle kelimeler, ezeli ve ebedi bir cümlenin çatısı altında birleşebilir.
Kelimeler
kalbe emanettir. Kelimeler, aşka
gelip kalp havuzunu taşırınca, kalp yorgun düşer. Kalp yorgun düşüp; artık
emanetini taşıyamayınca, kelimeleri kâğıda emanet eder. O zaman, usulca kâğıda
eğilir kalem. Kalem kâğıda eğilince, dil kalbe tercüman olur. Kalem, kâğıt ile vuslata erer. Nokta,
sevinçten ağlar. Sırrını aşikâr eder, kalem…
Uzun
ve yorucu cümleler kurarken insanlar
Noktanın bir köşede ağladığını gördüm
Denizin kulağını ağrıtan o sesi ararken
Noktayı insanların sustuklarını dinlerken gördüm
Kalbime geldi konuşan ömrüm
Noktanın bir köşede ağladığını gördüm
Denizin kulağını ağrıtan o sesi ararken
Noktayı insanların sustuklarını dinlerken gördüm
Kalbime geldi konuşan ömrüm
Aklıma
geldi sükût eden ölüm
Ve akıp giden zaman parmak aralarından…
Ve akıp giden zaman parmak aralarından…
Yazan: Vildan Şimşek