Akis...

Akis...
Fotoğraf: Vildan ŞİMŞEK

29 Haziran 2015 Pazartesi

ÖMRÜN DÖRT MEVSİMİ


Ömrün Dört Mevsimi


            İnsan yaşadığı her anın tanığıdır. Dün yolda, annesinin elini bırakıp koşmak isteyen küçük bir çocuğun kaldırımdan düşüş anına tanık oldum. Çocuğun dizleri yaralı, gözleri yaşlıydı.  Anne üzgün ve telaşlıydı. Bir çocuğa bunların söylenemeyeceğini bilsem de içimden ona seslenip, şunları söylemek geçti: Büyüyünce de düşeceksin, yaralanacaksın, ruhun kanayacak... Her düşüşünde ayağa kalkmayı ve daha güçlü adımlarla yürümeye devam etmen gerektiğini öğreneceksin. Her yaralanışında, merheminin yaranda gizli olduğunu anlayacak, zamanla yaralarını sevecek ve sevdikçe bileceksin. Ruhunun her kanayışında kanamalarının sabır ve şükür ile yavaş yavaş dindiğini göreceksin. Hüznü dışlayıp, sevince kucak açanlar hayattan lezzet alamazlar. Nasıl ki bu kadar gözyaşından sonra annenin kucağında yeniden gülümseyebildiysen, hüznün ve sevincin aslında aynı tablonun ayrılmaz bir parçası olduğunu ve aynı ressamın fırçasından döküldüğünü anlayacaksın. Hayat resme bakıp ressamı kavrama sanatıdır. Resmin sadece bir kısmına bakarak ressamı kavrayabilir misin?


        Bu sorunun cevabı acısıyla ve tatlısıyla yudumlayarak tecrübe edilen bir hayatın içinde gizli. Yıllar sonra çocuğun, kendi cümleleri ile bu soruya verdiği cevabı duymak isterdim. Elbette ki; susma hakkını da kullanabilir… Bir tanıklık anına gölgeleri düşen çocuk ve annesi nereye gitti, bilmiyorum. Ben şimdi bu gölgede soluklanarak aynı soruyu kendimize soralım, aynayı kendimize tutma cesaretini bir kez olsun gösterelim istiyorum.


İnsan ömrü mevsimler gibidir. Hepimizin ömründe karlı, güneşli, yağmurlu, bulutlu, sisli günler olmadı mı? Bazen kış gibi soğuktu günlerimiz, bazen yaz gibi sıcak… Bazen sonbahar gibi hüzünlüydük, bazen ilkbahar gibi neşeli… Dört mevsimin içimizde aynı anda yaşadığı günlerimiz de oldu. Bir mevsimin aylarca bizi terk etmediği zamanlarımız da…


Ömrümüzün en karlı günlerinde bize tebessüm eden bir kış güneşi vardı. Kış güneşi kışın yüzündeki bahar tebessümüydü. Ama, çoğumuz bu güneşin hakikatini kavrayamadık. Halil Cibran haklıydı: “Eğer kış içimde baharı gizliyorum deseydi ona kim inanırdı?” İtiraf edelim, ömrümüzün karlı günlerinde kışın bu söylediğine inanmadık. Biraz olsun kalbimizle bakmayı bilseydik bu günlere, ruhumuz bahardan çiçekler toplardı.


Ömrümüzün en kurak günlerinde bizi arayan bir su vardı. Bu suyun varlığını hissetseydik susuzluktan bu kadar şikâyet eder miydik? Yaşadığımız susuzluk suyun hakikatini anlamamız içindi. Su en iyi susuzluğun lisanı ile okunabilirdi. Susuz kalana ikram edilen soğuk zemzem tadındaydı sinede çiseleyen inşirah. Kalbimizle okumayı bilseydik sıkıntılı anlarımızda yazılanları, içimizde manevi rüzgârlar eser, yaz yağmuru sinemizde çiselerdi.


         Ömrümüzün sonbaharı anımsatan hüzünlü günlerinde, gökyüzünde bize ilkbaharı müjdeleyen bir ezgi çalardı. Yeryüzünü dinlemekten işitmez olduğu için kulaklarımız, çoğumuz gökyüzünün bu ezgisini duyamadık. Aydınlık, en iyi karanlığın lisanı ile anlaşılabilirdi. Kalbimizle dinlemeyi bilseydik karanlığın çöktüğü anlarda çalan bu ezgiyi, içimiz aydınlanır, gözlerimiz etrafa ışık saçardı.


         İnsanoğlu hep hüznü dışlayıp, tebessüme kucak açtı. Oysa ömür duvarına asılı en güzel tablolardan biriydi hüznün ve sevincin dansı… Bu tabloda insanın gözleri sonbaharı yüzü ise ilkbaharı yansıtırdı. Tebessüm kalpteki hüznün tesettürüydü. Hüznün kıymetini bilen, onu tebessüm ile setredebilen bir kalp ne kadar da asildi… Bu tablonun adı ömrün dört mevsimiydi…
Yazan: Vildan Şimşek
Gerçek Hayat Dergisinde yayınlanmıştır.



25 Haziran 2015 Perşembe

YÜREKLE HASBİHAL



                 Göz bakar, kalp görür. Zaman ise bakmak ve görmek arasındaki bu ince çizgide yürür. Bakmak ve görmek arasındaki bir fark ediş anında elimdeki kitabın sararmış sayfalarından ilham alıp, şunu düşündüm: Çoğu insan sürekli kitaplarını kalınlaştırmak, cümlelerini genişletmek, kelimeler, harfler biriktirmek istiyor. Oysa mühim olan bir insanın sükûtunda bütün bildiklerini unuttuğu anı okuyabilmek… Kitapları ben de seviyorum, ama kabul edelim ki kitaplardan geçmeyen ince bir yol var. Bu yolda yürüyenler kitaplarıyla birlikte gözyaşı yağmurlarında yıkanmayı göze alırlar.

                  Elimdeki kitabı bırakıp, çiseleyen yağmur altında sahilde uzun uzun yürüdüm. Tırtıl kelebek olmak için koza örer. İnsanın kendisini bulduğu yer neresi ise kozası orasıdır. Bütün biriktirdiğim harfleri, kelimeleri, cümleleri unutmaya çabalarken kendimi kozamda, yüreğimde buldum. İnsan yüreğinin içindedir diyor ya şair; sükût edip, kendime eğildim. Ayaklarım biraz daha yürümek isterken, ruhum yavaşlamam gerektiğini fısıldadı kulağıma. Yavaşlayıp, sahil kenarında eski bir banka oturdum. Eridikçe içimizi aydınlatan bir mum gibidir muhabbet. Huzur bu mumu yakanların elini tutar. Ben huzuru yüreğimle muhabbet etmekte buldum. Seslendim yüreğime usulca:
                  
                     “Uçsuz bucaksız yaşamaktayım. Yüreğim, ne bir başlangıç verebilirim sana ne de bir son. Yüzüme usul usul vuran, başlangıcını hatırlamaya yüz tutmuş bir sonsuzluğun ilk esintisi sadece…

                      Uçsuz bucaksız yaşamaktayım. Yüreğim, ne bir başlangıç verebilirim sana ne de bir son. Avucumda sıkı sıkı tuttuğum bir başka dünyaya ait kelimelerin ilk harfleridir. Mavi sevdiğim renk. Avuçlarımdan uçup giderken bu harfler, akan gözyaşlarımın rengi de mavidir…

                      Uçsuz bucaksız yaşamaktayım. Yüreğim, ne bir başlangıç verebilirim sana ne de bir son. Gözlerime gölgesi vuran göz değmemiş rüyaların resmidir. Fırça darbelerinin sesiyle uyandığım o sabahlar,  ömür defterinin arasına gizlenmiş ayraçlar gibidir…

                      Uçsuz bucaksız yaşamaktayım. Yüreğim, ne bir başlangıç verebilirim sana ne de bir son. Kulağıma usul usul fısıldanan susuzluğumu hatırlatan ezel pınarının sesi sadece. Bu pınarın başında geçen anlar sudaki aksini arar hep dünya denizlerinde. Burada verilen sözler gümüş sükûtlarla süsler dünya günlüğünü. Saatlerin omzunda ağlayan zaman, bu pınarın suyuyla yıkar yüzünü…

                     Uçsuz bucaksız yaşamaktayım. Yüreğim, ne bir başlangıç verebilirim sana ne de bir son. Gözlerimin önünden bir an olsun gitmeyen gökyüzüne bakan duaların resmidir. Yaşayarak edinilmiş bilgiler sahihdir. Büyük dualar etmek bedel ister. Rabbim büyük hayatlar isteyenlerin olsun. Bana sonsuzluğu ver…

                     Uçsuz bucaksız yaşamaktayım. Yüreğim, ne bir başlangıç verebilirim sana ne de bir son.  Dizlerimin önüne kıvrılan saçları ağarmaya başlamış acılardır. Şimdi ben acılara tek tek teşekkür ederek, kuşlarla birlikte şarkılar söyleyerek geçip gitmek istiyorum zaman tünelinden…

Ah siyah örtülü turkuaz günler
Gün değilmiş ki başka günler
Gül, maksut, kalp
Toprak, son ve ilk”                                                                   

Yazan: Vildan Şimşek 
Gerçek Hayat Dergisinde yayınlanmıştır. 


22 Haziran 2015 Pazartesi

Yayın ekibinde olduğum Hukukçular Derneği yayını olan  İdeal Hukuk Dergisinin "Aile ve Hukuk" konulu 13. sayısı çıktı. "Ömür Defterinden" isimli yazım derginin edebiyat bölümünde yayınlandı.




20 Haziran 2015 Cumartesi

İnsan bazen çok özler neyi özlediğini bilmeden...
İşte böyle  bir anda atılır ezel yoluna ilk adım.
Böyle başlar Rab ile vuslata erdiren yolda yolculuk.

Vildan Şimşek