Akis...

Akis...
Fotoğraf: Vildan ŞİMŞEK

14 Temmuz 2015 Salı

BİR RAMAZAN MİSAFİRİ: “ORUÇ”





Zaman ağır ağır sahurun ateşinde demlenir. Demi gönül bardağımıza akar… Akrep ve yelkovan şimdi böyle bir an’a şahitlik ediyor. Geçen yıl Ramazan ayında son sahurda, “nasip olur mu olmaz mı bir daha Ramazan ayına ermek” diye sorular sorarken içimden, aynı akrep ve yelkovan o an’a da şahit kılınmıştı. Hatırlıyorum da ne hüzünlü bir vedaydı… Geçen yıl son sahurda sorduğum o sorunun cevabını bir sene sonra aldığımda, bir kez daha anladım her vedanın bir başlangıç olduğunu. Bu öyle bir başlangıç noktasıydı ki; dünyada birçok insan bu noktada benimle aynı sevinci yaşıyordu. Bir olmanın sevinciyle, birçok insan bu yolda birliğe varıyordu. Nasibin içinde gizlenen rahmet, bu sevinçle kuşattı ruhumu derinden… Nasip oldu, ramazana erebilmek yeniden…

İnsan bazen çok özler neyi özlediğini bilmeden. İşte böyle bir anda atılır ezel yoluna ilk adım. Böyle bir anda başlar Rab ile vuslata erdiren yolda yolculuk. Ramazan bu yolculuk için ne güzel bir durak… Burada dinlenir özlemler… Burada buluşur oruç ile insan kalbi… Sözü Sezai Karakoç’a bırakmanın tam zamanıdır: “Yalnız, insan orucu özlemez, oruç da insanı özler. Ramazan ayı gelince sıla-ı rahim edenler gibi, meleklerin bile önünde eğildiği insana koşar. Oruç, insana acıkır ve koşar gelir.”

Ramazan ayında oruç koşarak geldi bize doğru… Kimbilir bizimle birlikte dünyada kaç insanın gönül hanesinin kapısını çaldı? Evimize bir misafir gelmeden önce evimizi temizliyoruz, hazırlık yapıyoruz. Misafirimiz geldiğinde, onu tebessümle karşılayarak ikramlarda bulunuyor; ona sevgi ve saygı gösteriyoruz. Gidene kadar misafirimizi en iyi şekilde ağırlamaya çalışıyoruz. Peki biz gönül hanemizin kapısını çalan orucu nasıl karşıladık?
Kimileri içeri dahi almadı onu. Buyur edemedi gönül hanesine. Kimileri içeri aldı, ama hazırlıksızdı. Onu lâyıkıyla ağırlayamadı. Kimileri ise bu misafiri en güzel şekilde karşılayarak ve ağırlayarak baş tacı etti… Misafir rızkıyla gelir derler. Oruç, onu en güzel şekilde karşılarak ağırlayan hane sahiplerine manevi taçlar taktı. Onların heybelerine manevi rızıklar bıraktı. Gönül hanelerine mana kattı…

Oruç aynası sonsuz güzellikler yansıtır. Bu güzellikler gönül aynası parlayınca görünür kılınır. Bu özel misafir kapılarını çalmadan önce, gönül aynasını temizleyip, parlatanlar onun yansıttığı bu güzelliklere elçilik etti. Nice güzellikler gönül hanesinde misafirperver olan bu insanların etrafında adeta pervaneydi…

Misafiri hanemize buyur edebilmek için onu tanımak gerekir. Orucu en iyi karşılayanlar onu en iyi tanıyanlardı…

Misafiri iyi ağırlabilmek için onu sevmek gerekir. Orucu en iyi ağırlayanlar onu en çok sevenlerdi…

Misafirin hal dilinden anlamak için onu bilmek gerekir. Orucun hal dilinden anlayanlar onu en iyi bilenlerdi…

Tanıyan sever, seven bilir…. Ve ancak kalbiyle bilenler anlar orucun neye susadığını, acıktığını, insana neden koşarak geldiğini. Müminlerin kalbinde kurulan sofraya oturduğunu. Her daim dipdiri, ölümsüz olduğunu. Fani olan insanı ebedi hayatla, yaşarken buluşturduğunu…

Ezel ve ebede uzanan her güzellik sırrını içinde taşır. Sırların sahibi sırrı dilediğine verir. Kelimelerin de bir tesettürü vardır. İnsanoğlunun en büyük sınavlarından biri dilini örtmektir. Orucun sırrına erenler, dilini örtmeyi bilenlerdir. Orucun sırrı, sırların sahibince onların kalbine ilham edilir.

Bu ramazan, orucu gönül hanesine misafir edebilenlere ne mutlu…

Yazan: Vildan Şimşek

Gerçek Hayat Dergisinde yayınlanmıştır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder